+90 (212) 347 24 25

Benim de anlatacaklarım var!

Arnavutköy Çileği’nin tarihi, çok eski çağlara değil, günümüzden aşağı yukarı iki yüzyıl öncesine uzanır. Buraya ilk çilek fidanlarını getirip diken, 19. yüzyıl başında Arnavutköy’e yerleşen İpsilantis ailesinin üyeleridir. 16. yüzyıldan beri üzüm bağlarıyla dolu olduğu anlatılan Arnavutköy sırtları, bu tarihten sonra yerlerini hızla çilek bahçelerine bırakmaya başlar. Hatta burada başlayan çilek yetiştiriciliği, Arnavutköy’ün sınırlarını aşarak Emirgan ve İstinye’ye kadar uzanır.

Arnavutköy’de yetiştirilen çilekler iki türdür: biri beyaza çalan rengi ve benzersiz kokusuyla Osmanlı Çileği, diğeri ise kırmızıya yakın rengiyle bilinen Frenk Çileği’dir. Mayıs ayında ilk mahsulü toplanan Osmanlı Çileği’nden üretilmiş reçel ve likörler, 1960’lara kadar İstanbul sofralarında yerlerini almışlardır. Reşad Ekrem Koçu’nun İstanbul Ansiklopedisi’nde, cumhuriyet döneminin meşhur çilek üreticilerinden Yorgi Baban, bu işin ne kadar meşakkatli olduğunu şu sözlerle anlatır:

“Çilek kadar işi Allaha kalmış bir meyva yoktur. Kimse ‘Ben iyi çilek yetiştiririm, bu işin ehliyim’ diyemez; derse yalan söyler. Meselâ umumiyetle lodos tutan taraf, poyraz tutan taraftan on gün evel gelişirse de pek belli olmaz. Aksi de vaki olur. Çilek yetiştirmek için evvelâ tarlanın hazırlanması lâzımdır. Toprak, yağmur yiyip iyice oturması için kasıma kadar bırakılır. Bu ay sonunda veya şubatta çukurlar açılır, ufak bir çomağa bağlı olarak fidan konur. Etrafı hava almasın diye iyice kapatılır, aksi takdirde kurur. Nisanda hafif bir çapa lâzımdır, türeyen uzantıların temizlenmesi icabeder. Şubatta dikilen fidanlar ekseriya Mayısta ilk mahsulünü verir; Kasımda dikilenler mahsul vermez. Temmuz - Ağustos aylarında, yine yabani otların, uzantıların, hiç bırakılmayasıya temizlenmesi gerektir. Eylülde bir çapa daha vurulsa iyi olur. Çileğin kendine hâs dikiliş tarzı vardır. Fidanlar birbirinden birer buçuk karışlık mesafe ile, bir boyda yirmi öbür boyda dört tane olmak üzere, ‘Tahta’ tâbir edilen seksenerlik, nadiren yüz yirmi olur, guruplar halinde dikilir.”

Boğaziçi’nin özgün kültür ve doğa varlıklarından biri olan Arnavutköy Çileği, ne yazık ki 1960’lardan bu yana yetiştirilmiyor. Neyse ki, bu mirası korumaya çalışan bazı Arnavutköylüler hâlâ mahallenin yamaçlarındaki bazı bahçelerde bu çilekleri yaşatmak için çabalamaya devam ediyorlar.

Orhan Türker, Mega Revma’dan Arnavutköy’e (İstanbul: Sel Yayıncılık, 1999), 23.
Reşad Ekrem Koçu, “Arnavudköyü Çileği”, İstanbul Ansiklopedisi, c. 2 (İstanbul: 1960): 1044.
Salah Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, 2. bs. (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1981), 9.

Fotoğraflar, Belgeler, Kupürler