+90 (212) 347 24 25

Benim de anlatacaklarım var!

Deniz canlıları içinde “kabuklular” ailesinin üyeleri olan ıstakoz ve pavurya, bundan yarım asır öncesine kadar Boğaziçi’nin ve Marmara’nın sularında bolca avlanır ve İstanbulluların sofralarına gelirlerdi. Hiçbir zaman pek ucuz yiyecekler olmasalar da, bir zamanlar en azından bulunabilen ve tadına bakılabilen deniz ürünleriydi. Beşiktaş sınırları içinde özdeşleştikleri mahalle ise, elbette Arnavutköy’dü.

1910’da İstanbul Balıkhanesi Merkez Müdürlüğü’ne atanan, ardından balıkçılık alanında İstanbul’da başmüfettişlik yapan Karekin Deveciyan, 1915’te basılan Balık ve Balıkçılık adlı eserinde, bu kabukluların nerede bolca bulunduklarından ve nasıl avlandıklarından söz eder. Buradaki bilgilere göre, kış aylarında derinlere inen ıstakozlar, bahar gelince kıyılara yaklaşır ve ya özel ağlarla ya da içi yem dolu sepetlerle avlanırlar. Deveciyan, pavuryaları ise ikiye ayırır. Bunlardan biri, yengeçlerin en büyüğü olan “asıl pavurya”, diğeri ise kabuğunun bir ayının tüylerini andırdığı gerekçesiyle Türkiye’de verilen ismiyle “ayı pavuryasıdır.” Asıl pavurya, ayı pavuryasına göre daha makbul ve eti daha lezzetlidir. Geceleri karnını doyurmak için kumsala gelen pavuryalar, meşale veya fener ışığını gördükleri anda şaşırıp oldukları yerde kalır, böylece kolaylıkla avlanabilirler. Gündüzleri ise, kıyıya yakın yerlerde ucuna bir sakatat parçası takılmış oltaya hemen gelir ve kolayca av olurlar.

İstanbul’da bu leziz kabukluların Arnavutköy’de meşhur olduğuna dair kaleme alınmış birçok anıya rastlamak mümkün. Tıpkı 1835-1839 yılları arasında Osmanlı ordusunda öğretmenlik yapan Alman subay ve kartograf Helmuth von Moltke’nin veya 1970’lerin ikinci yarısında Boğaziçi’ne dair notlarını kitaplaştıran edebiyatçı Salâh Birsel’in anılarında olduğu gibi. Murat Belge de, İstanbul’a ilişkin gözlemlerini anlatırken, daha 1970’lere kadar Arnavutköy’de geceleri lamba ışığında avlanan ve Akıntıburnu’ndaki gazinolarda taze taze servis edilen pavuryaları hatırlayanlar arasında. Gazeteci ve yazar Münir Süleyman Çapanoğlu ise, bir çileğiyle bir de ıstakozuyla ünlü olduğunu söylediği Arnavutköy’ün bu yönünü şöyle aktarıyor:

“Arnavutköy’ün ıstakozuyla çileği pek meşhur olduğu için Beyoğlu’nda akşamdan kalan rakıcılar, umumi evlerde sızıp kalanlar, çalgılı gazinolardan geç vakte kadar kafayı tutanlarla adamakıllı kafayı tutmayanlar, deniz havası almak, yarım kalan eğlencelerini tamamlamak ve ıstakoz yeyip çilekle rakı içmek için arabalarla -sonraları otomobille- buraya gelirler, sabahın mahmur sisleri denizin üstünden sıyrılmadan demlenmeye başlardı. ”

30’lu ve 40’lı yılların gazetelerinde, İstanbul’da avlanan, tüketilen, hatta ihraç edilen deniz ürünleri içinde ıstakoz ve pavuryaların ne kadar bol olduğunu görüp, günümüzde bunların ancak pahalı ve ithal olanlarına ulaşabilince, artık Boğaziçi kıyılarına uğramayan bu kabukluları yeni kuşakların tanımamasını herhalde olağan karşılamak gerek.

Helmuth von Moltke, Moltke’nin Türkiye Mektupları, çev. Hayrullah Örs (İstanbul: Remzi Kitabevi, 1969), 40.
Karekin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, çev. Erol Üyepazarcı (İstanbul: Aras Yayıncılık, 2020), 270-272, 279-280.
Murat Bardakçı, İstanbul Gezi Rehberi (İstanbul: Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1993), 229.
Salah Birsel, Boğaziçi Şıngır Mıngır, 2. bs. (Ankara: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1981),  97-98, 295.
Tülay Artan, “Arnavutköy”, Dünden Bugüne Beşiktaş, ed. Nuri Akbayar (İstanbul: Tarih Vakfı Yayınları, 1998), 37.

Fotoğraflar, Belgeler, Kupürler