+90 (212) 347 24 25

Benim de anlatacaklarım var!

İstanbulluların yemeye doyamadığı Boğaziçi’nin kadim canlıları arasında midye ve istiridyeler de vardır. Bunlardan midye, her yaştan ve sosyal çevreden İstanbullunun kolayca ulaşıp türlü biçimlerde pişirerek yiyebildiği bir deniz canlısıyken, istiridye ise görece daha pahalı ve ulaşılması herkes için kolay olmayan bir canlıdır. Her ikisi de hayli lezzetli olup, insan sağlığına zararlı yönler de taşır.

Midyeler, eşit iki kabuğa sahiptir. Eğer büyüme sürecinde başka balıklara yem olmamayı başarırlarsa, su içindeki taşlara, iskeleleri ayakta tutan demirlere, şamandıralara ve batık gemilere yapışıp orada büyürler. Ta ki insanlar tarafından koparılıp yeninceye kadar. Yüzmeyi Boğaziçi’nin soğuk sularında öğrenen pek çok insanın çocukluk deneyimleri arasında, kıyıya yakın yerlerde dalıp midye toplamak da vardır. Bu midyeler karaya çıkarıldığında, eğer evde tavası, dolması veya pilakisi yapılmayacaksa, hemen denizin kenarında yakılan bir ateş üstüne konan tel ya da teneke parçasına dizilir. Kendiliğinden açılan kabukları arasında pişmiş eti göründüğü anda ateşin üzerinden alınır ve arkadaşlarla birlikte keyifle mideye indirilir.

Balıkçıların ise midyeleri toplamak için alkarna adlı denizin dibini tarayan ağlardan ve midye kepçelerinden yararlanırlar. 1910 itibariyle İstanbul Balıkhanesi’nin yöneticiliğini üstlenen Karekin Deveciyan, balıkhaneye getirilen midyelerin salmalık, dolmalık, pilakilik ve tavalık gibi isimlerle boylarına göre sınıflandırılarak satıldığın anlatır. Zaten Erken Cumhuriyet yıllarının gazetelerinde de, midyenin evlerde hangi yollarla pişirilebileceği ve onunla ne tür yemekler yapılabileceği yönünde birçok tavsiye ve tarifle karşılaşılır.

İstiridye de midye gibi iki kabuktan oluşur fakat midyenin aksine, deniz dibinde tutundukları taşlardan neredeyse hiçbir yere hareket etmez. İstanbul’un meşhur midyeleri, 20. yüzyılın ilk yarısında Karadeniz ülkelerine bolca ihraç edilen deniz ürünleri arasındadır. Karekinyan, İstanbul’un en makbul istiridyelerinin Sarayburnu’ndan Yeşilköy’e uzanan sahil boyunda ve Boğaziçi kıyısında akıntının bol olduğu yerlerde bulunduğunu söylerken, Kabataş-Beşiktaş aralığına özel olarak dikkat çeker. Zira Dolmabahçe Gazhanesi’nin bu kıyıya akan atıklarının, buradaki istiridyelere bir gaz kokusu verdiğini, onların lezzetini ve değerini düşürdüğünü belirtir.

Karekinyan’ın Balık ve Balıkçılık adlı eserinde paylaştığı 1871 tarihli bir nizamname ile İstanbul’da 9 özel midye ve istiridye tarlası kurulmuştur. Bunlardan 7’si kentin Avrupa yakasındaki kıyılarında, diğer ikisi is Kız Kulesi-Fenerbahçe ve Çengelköy-Anadolufeneri arasındadır. Avrupa tarafındaki tarlalardan ikisi ise Beşiktaş’ın Boğaz köylerinin sularındadır. Bu tarlaların sınırlarından biri Ortaköy Cami’nden Akıntıburnu’na, diğeri ise Akıntıburnu’ndan Baltalimanı’na kadar uzanır.

Karekin Deveciyan, Türkiye’de Balık ve Balıkçılık, çev. Erol Üyepazarcı (İstanbul: Aras Yayıncılık, 2020), 290-295, 454-455.

Fotoğraflar, Belgeler, Kupürler