+90 (212) 347 24 25

Benim de anlatacaklarım var!

Şair, yazar, diplomat ve üç dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi İstanbul Milletvekili Abdülhak Hamit Tarhan, hayata gözlerini 2 Ocak 1852’de Bebek’teki Hekimbaşı Yalısı’nda açtı. “Hekimbaşılar” olarak anılan köklü ve nüfuzlu bir ailenin üyesiydi. Doğduğu yalı, II. Mahmud ve Abdülmecid dönemlerinin hekimbaşısı Abdülhak Molla’ya aitti. Hamid ise tarihçi Hayrullah Efendi ile Münteha Nasip Hanım’ın dört çocuğunun üçüncüsü olarak dünyaya geldi.

İlkokula Bebek’teki mahalle mektebinde başlarken, bir yandan da düşünür, astronom ve bilim insanı Hoca Tahsin Efendi’den evde aldığı özel derslerle ilköğrenimi pekiştirdi. 1862’de eğitim müsteşarlığına getirilen babası Hayrullah Bey ve ağabeyi Nasuhi ile birlikte Paris’e gitti. Yaklaşık iki yıl kaldığı Paris’te Fransızca öğrendikten sonra yurda döndü ve Robert Kolej’e kaydoldu. 1865’te bu defa Tahran’a elçi olarak atanan babasıyla birlikte İran’a gitse de, babasının vefatı nedeniyle 1867’de yeniden İstanbul’a geldi. Artık öğrenimini tamamlamış ve Fransızcasının yanına Farsçayı da eklemişti. Sırasıyla Maliye, Şura-yı Devlet ve Sadaret Mektubi Kalemlerinde görevler üstlenmeye başladı. 1874’te evlendi ve iki yıl sonra ikinci katip olarak görevlendirildiği Paris elçiliğinde çalışmak üzere Fransa’ya gitti. Artık ilk şiirlerini ve oyunlarını kaleme almaya başlamıştı.

Paris’teki görevi sırasında Fransız edebiyatçılarının eserlerini daha derinlemesine incelerken, kentte ve ülkede yaptığı gezilerinde edindiği gözlemlerini de kendi eserlerine yansıtmaya çalıştı. Ne var ki bu dönemde yazdığı Nesteren adlı oyunu hükümetin tepkisini çekince memuriyeti lağvedildi ve İstanbul’a dönmek zorunda kaldı. 1883’e kadar kendisine verilen görevlere pek itibar etmedi ve düzenli çalışma yaşamından uzaklaştı. Bu dönemde Rize’de, Poti’de ve Golos’ta geçirdiği yaklaşık beş yıl boyunca şiir ve tiyatro oyunları yazmaktan vazgeçmedi; 1879’da Tarık yahut Endülüs Fethi, 1880’de Sahra ve Eşber adlı oyunlarını kaleme aldı. Zaten ilk şiir kitabı olan ve on manzumeyle kır ile kent hayatını karşılaştıran Sahra’yı da 1879’da yayınlamıştı.

1883 sonbaharında Bombay Elçiliği’ne atandı ve vereme yakalanan eşi Fatma Hanım’a iyi geleceği düşüncesiyle Hindistan’a gitti. Burada da şiir ve nesir türünde yazmaya, sürekli gözlem yapmaya ve farklı kültürel örüntüleri keşfetmeye devam etti. Eşinin durumu kötüye gittiği için çift İstanbul’a dönmeye karar verdi fakat dönüş yolunda Fatma Hanım hayatını kaybedince, yazarın ağabeyi Nasuhi’nin görev yaptığı Beyrut’ta toprağa verildi. 1885 baharındaki bu ölümden çok etkilenen Abdülhak Hamid, meşhur eseri Makber’i kaybettiği ilk eşi Fatma Hanım’ı adına kaleme aldı. Kaybedilen sevgilinin ardından acı, ıstırap, hüzün ve özlem dolu 294 kıtadan oluşan Makber, şairin yaşamı boyunca iki defa, 1885’te ve 1922’de basıldı.

Fatma Hanım’ın vefatından sonra edebi çalışmalarına daha da ağırlık veren Abdülhak Hamid, 1886’da elçi olarak atandığı Londra’da, kısa süreli aralıklar dışında, 1900’e kadar yaşadı. Londra’daki görevini sekteye uğratan olaylardan biri, “hanedanla alay ettiği” ileri sürülen ve görevden alınmasına neden olan Zeynep adlı piyesiydi. II. Abdülhamid’e bir daha edebiyatla ilgilenmeyeceğine dair verdiği söz sayesinde görevine geri dönebildi. 1906-1912 arasında Brüksel elçiliği yaptı, I. Dünya Savaşı sırasında Meclis-i Ayan üyesi oldu, Mütareke Dönemi’nde ise Viyana’da eski parlak günlerinden uzak birkaç yıl geçirdi. Bu süre içinde iki evlilik daha yaptı, bazıları kitap bazıları ise gazetelerde tefrika halinde yayımlanan veya sonraki yıllarda sahnelenen şiirler ve piyesler kaleme aldı.

Cumhuriyet’in ilanının ardından yurda dönen, sosyal haklara kavuşan ve ömrünün sonuna dek yaşayacağı Maçka Palas’a taşınan Abdülhak Hamid, 1920’lerde ardı ardına yeni eserlerini yayınlamaya devam etti. 1929’dan 1937’ye kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde İstanbul Milletvekili olarak görev yapan yazar, 12 Nisan 1937 günü Maçka Palas’ta hayata gözlerini yumdu. 85 yıllık ömrüne sığdırdığı onca piyes ve şiirinde, gündelik hayata ilişkin gözlemlerini, tarihi ve dini meselelerini, Doğu ile Batı kültürünün farklarını, vatan sevgisini ve tabiata ilişkin konuları işlese de, eserlerinde ön plana çıkan esas unsurlar aşk ve ölüm oldu. Tanzimat’tan erken Cumhuriyet’e kadar yaşadığı dönemin “şair-i azamı” olarak anılan, Bebek’te başlayıp Maçka’da sona eren uzun ve hareketli ömrüne pek çok devlet görevi ve edebi eser sığdıran, bunlar arasında da en çok Makber’le hatırlanan Abdülhak Hamid Tarhan, 1937’den bu yana Zincirlikuyu Mezarlığı’nda yatıyor.

Abide Doğan, “Abdülhak Hamit Tarhan”, Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü, http://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/tarhan-abdulhak-hamit [23.04.2021].
İnci Enginün, “Abdülhak Hamid Tarhan”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 1 (İstanbul: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 1988): 207-210.
Orhan Okay, “Makber”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, c. 27 (Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003): 427-428.

Fotoğraflar, Belgeler, Kupürler