+90 (212) 347 24 25

Benim de anlatacaklarım var!

İstanbulluların imparatorluktan miras kalan yaz eğlencelerinden biri, “sandal sefası” tabiriyle anılan, kentin derelerinde veya denizde yapılan gezintilerdi. Binilen sandalın biçim ve boyutundan izlenen güzergaha, içinde yenip içilenlerden dinlenen müziğe ve söylenen şarkılara kadar bir dizi usulü ve ritüeli olan bu eğlenceler, imparatorluk döneminde daha ziyade hanedan üyeleri, elçiler ve aileleri, kentin ileri gelenleri ve nüfuzlu kişilerle özdeşleşmiş bir gelenekti. Ne var ki bu etkinlik, yalnızca soylu bir çevrenin tekelinde değildi. Sandal sefaları, döneme ışık tutan biyografiler, anılar ve edebi eserlerde bu soyluların gezintilerini ön plana çıkarıyor gibi dursa da, aslında sıradan İstanbulluların da en çok keyif aldığı sazlı sözlü yaz eğlencelerinden biriydi.

Sandal deyince, akla hemen iki kürekle çekilen ve içine sadece birkaç kişinin sığabildiği küçük kayıklar gelmemeli. Bilakis bu gezintilere ev sahipliği yapan deniz taşıtlarının bazıları yelkenli, dümenli ve kullanımı için profesyonel düzeyde bilgi gerektiren teknelerdi. Özellikle de yukarıda anılan seçkin sınıfın kullandıkları. Sandal sefası, kimi zaman sadece bir suyolu üzerinde gerçekleşen bir gezinti, kimi zamansa başka bir eğlenceye, örneğin kentin öte yanındaki bir mesire alanında ailece yapılacak bir pikniğe gidip gelirken başvurulan bir seyahat yöntemiydi. Seyahatin vakti, güneşin doğuşu veya batışının en güzel şekilde izlenebileceği saate göre, bunun yanı sıra elbette havanın durumuna göre ayarlanırdı. Kentin en popüler rotalarının başında ise Göksu, Küçüksu, Çubuklu, Kağıthane Dereleri, Haliç ve Marmara suları ile elbette Boğaziçi hattı gelirdi. Derelerin görece durgun akımına karşın, Boğaz’daki gezintilerde sandalı idare etmek daha fazla deneyim gerektirirdi.

Cumhuriyet İstanbul’u, imparatorluktan devraldığı bu eğlence kültürünü yaşatmaya devam etti. Bu geleneği sürdürenler arasında, elbette Boğaziçi’ne bakan uzun bir kıyısı ve bu kıyı üzerinde sıralanmış köyleri bulunan Beşiktaşlılar da vardı. Her şeyden evvel, Beşiktaş 19. yüzyılın başından beri hanedanın yerleşip saraylar inşa ettiği, pek çok devlet görevlisinin, subayın, tüccarın ve entelektüel bir çevrenin de yalılarının sıralandığı bir yer olagelmişti. Dolayısıyla denize de, sandal sefasına da aşina bir geçmişi vardı. İmparatorluğun yıkılmasıyla birlikte, bu saraylar ve onlara bağlı irili ufaklı yapılar el değiştirip farklı amaçlar için kullanılsa da, Boğaziçi ve onunla ilgili kültürel pratikler daim kalmıştı. Cumhuriyet rejimiyle birlikte gündelik hayat hızlı bir değişime girmiş; kamusal alan daha geniş biçimlerde kullanılmaya, kadınlar toplumsal yaşama daha fazla katılmaya, yeni eğlence ve kültürleşme biçimleri ortaya çıkmaya başlamıştı.

Beşiktaş, Ortaköy, Kuruçeşme, Arnavutköy ve elbette Bebek, ilkbahar ve yaz günlerinde sandal sefalarının devam ettiği, Boğaz’daki gezintilerin başlayıp bittiği noktalar arasındaydı. Beşiktaşlılar, kimi zaman kendi mütevazı kayıklarıyla kimi zamansa iskelelerin çevresindeki balıkçılardan kiraladıkları sandallarla Boğaz’a açılır, mehtaplı gecelerde fasıl eşliğinde denizin üzerinde eğlenir, bazen de Akıntıburnu ve Bebek’teki gazinoların açığında demir atıp sahneye çıkan sanatçıları Boğaziçi’nin sularında sallana sallana dinlerlerdi. Bir sandal kiralayıp birkaç arkadaş açıklarda yüzmek, balık tutmak, dibe dalıp midye çıkarmak çocukların, evde hazırlanmış böreklerin, köftelerin, dolmaların birkaç kadeh rakı eşliğinde mideye indirildiği deniz üzerinde piknikler ise yetişkinlerin eğlenceleri arasındaydı. Günümüze ulaşan bazı anılarda aktarılanlara göre, sıradan günlerin ötesinde, özellikle bayram zamanlarında sandallarla Beşiktaş’ın sularında gezinmek de başka bir ritüeldi. Ulusal bayramlardaki akşam gezintilerine fenerler, bayraklar ve marşlar eşlik ederken, hıdrellez veya paskalya gibi kutlamalarda ise eğlenceli şarkılar ve türküler birbirine karışırdı.

20. yüzyılın ortasına kadar biçim ve içerikleri değişse de yaşamaya devam sandal sefaları, 50’li yıllardan sonra Boğaziçi’nde artan gemi trafiğinin ve kent yaşamının geçirdiği dönüşümün etkisiyle gitgide azaldı. Eski İstanbulluların eğlence geleneklerini sürdürmeyen yeni kuşaklar, başka ilgi ve zevklere yönelince hem küçük kayıklar yerlerini büyük gemilere bıraktı hem de deniz eski maviliğini kaybetti. Eğer günümüzde Boğaziçi’nde bir sandal sefası geleneği kaldıysa, bunu yaşatabilenler muhtemelen küçük tekneleriyle balığa çıkmaya devam eden zevk sahibi balıkçılar olsa gerek.

Mehmet Sakallı ile sözlü tarih görüşmesi, BİSAV Sözlü Tarih Araştırmaları Veritabanı, no. 3104, 24.05.2016, http://hdl.handle.net/20.500.11834/915 [18.08.2021].
Nezahat Özcan, “Tanpınar’ın Günlüklerinden Bakıldığında Aydaki Kadın”, Türkbilig, s. 20 (2010): 226-247.
Özgür Atakan, “Muhayyel Osmanlı: Felatûn Bey ile Râkım Efendi Romanında Sosyolojik İmgelem”, Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, c. 20, s. 20 (2018): 31-60.
Tacettin Şimşek, “Balat: Bir Semt Monografisi”, TYB Akademi, c. 22 (2018): 100-108.

Fotoğraflar, Belgeler, Kupürler