İstanbul’un en eski stadyumlarından biri, Beşiktaş’ın hemen yanı başındaki bir tepede, bugünkü Gümüşsuyu mahallesi sınırları içinde kalan Taksim Stadı’ydı. Osmanlı ordusunun modernizasyonu kapsamında 19. yüzyıl başında inşa edilen Topçu Kışlası, I. Dünya Savaşı’nın ardından askeri işlevini yitirdiğinde, içindeki avlusu Mütareke Yılları olarak anılan 1918-1922 aralığında bir stadyuma dönüştürüldü.
Dikdörtgen bir plana ve 15 bin 400 m2’lik bir iç avluya sahip kışla, aslında daha 20. yüzyılın başında ilk sportif etkinliklere ev sahipliği yapmaya başlamıştı. Tabii bu etkinlikler askerlerin ve askeri öğrencilerin idmanları, bazen de kendi aralarında düzenledikleri müsabakalarla sınırlıydı. Halkın da seyirci olarak ilgi gösterdiği “sivil” futbol maçları ise, 1909-1914 aralığında cuma ve pazar günleri gerçekleşiyordu. I. Dünya Savaşı sırasında güvenlik nedeniyle bir süre boşaltılan kışla, İşgal Dönemi’nde başta Fransız ve İngiliz birlikleri olmak üzere, hemen yanındaki Talimhane Meydanı’yla birlikte Müttefik Kuvvetlerinin ve kentteki Levantenlerin kendi aralarında düzenledikleri çeşitli etkinliklere sahne oldu. Civarda birçok meyhane, kahvehane ve kumarhane açıldı; alanda kiralık at, bisiklet ve motosiklet turları yapıldı; Amerikalılar beyzbol maçları, İngilizler boks karşılaşmaları, Beyaz Ruslarsa araba yarışları düzenledi. İşgal Dönemi’ndeki bu etkinlikler, artık kışlanın iyiden iyiye sportif içerikli bir kamusal alan haline gelmesinin zeminin hazırlamıştı.
Kışlanın “derme çatma” halinden görece “eli yüzü düzgün” bir stadyuma dönüşmesine ön ayak olan kişi, 1919 itibariyle Spor Âlemi adlı haftalık bir mecmua çıkarmaya başlayan Çelebizade Said Tevfik Bey’di. 1921’de kapılarını açan stadyumda, artık Müttefik Kuvvetlerinin askerleriyle Türk takımlarının maçları yapılıyor ve halk da bu etkinliklere büyük ilgi gösteriyordu. Said Tevfik Bey stadyumu maçlar için kiraya vermeyince Türk kulüplerinin boykotuna uğramış ve sonunda tesisi Maltalı bir girişimciye devretmişti. 1922’de artık kışlanın adı Taksim Stadyumu olarak anılmakta, kapısındaki tabelada ise Stadium Taxim yazmaktaydı. Bu yazının çevresindeki golf sopası, kayak takımları, futbol kalesi, tenis raketi ve sporcu figürleri, buranın çok işlevli bir alan olarak tasarlandığını açıkça ortaya koyuyordu.
Cadde tarafındaki iki ahşap tribünü ile kale arkaları ve Mete Caddesi’ne bakan taraftaki açık alanıyla yaklaşık 8 bin kişilik bir seyirci kapasitesine sahip stadyum, daha ilk yıllarından itibaren Türkiye Cumhuriyeti için siyasal, toplumsal ve sportif anlamlar da ifade etmeye başlamıştı. Bunların başında ise, kuşkusuz Türkiye’nin Romanya’yla 26 Ekim 1923 tarihinde oynadığı ilk milli futbol maçı geliyordu. 2-2 berabere sonuçlanan bu maçı, yeni kurulan ülkenin güreş, atletizm, bisiklet ve binicilik alanlarında ev sahipliği yaptığı uluslararası şampiyona ve karşılaşmalar izledi.
20’li ve 30’lu yıllardaki bu milli maçlarla uluslararası meşruiyet perçinlenirken, bir yandan da yoğun katılımlarla düzenlenen ulusal törenlerde içeriye dönük politik söylemler vücut bulmuş, yerel kulüpler arasındaki lig ve kupa maçlarında artık kadın ve erkek yurttaşlar kamusal alanda birlikte yeni deneyimler edinmeye başlamıştı. Taksim Stadı, İstanbullulara hizmet verdiği yaklaşık 18 yıl boyunca kentin diğer iki stadyumu olan Şeref ve Fenerbahçe Statlarından daima daha popüler bir ortak alan oldu. Gazetecilerden sporseverlere kadar pek çok kentli aynı gün birden çok müsabakanın yapıldığı Taksim’e yıllarca akın ettti, burada yeni oyun ve eğlencelerle tanıştı, unutamayacakları heyecanlar yaşadı ve hatıralar biriktirdi.
Taksim Stadı’ndaki son lig maçı 25 Mart 1940’ta oynandı. Zira artık kışlanın yıkılma vakti gelmişti. Ne de olsa Ankara’daki kentsel düzenlemelerin ardından sıra eski başkentteydi ve Taksim Meydanı baştan aşağı yenilenerek Cumhuriyet İstanbul’unun anıtsal sembolü haline getirilmeliydi. Prof. Henri Prost tarafından hazırlanan ve 1938 sonunda uygulamaya konan plana göre, Taksim Meydanı’ndaki Cumhuriyet Anıtı’nın çevresi açılacak ve hemen yanındaki İnönü Gezisi’nden başlayıp Maçka’ya kadar uzanacak geniş bir yürüyüş, rekreasyon, sanat, spor ve kültür vadisi oluşturulacaktı. 2 No.lu Park ismiyle anılan bu büyük yeşil alanın başlangıç noktası ise, artık yıkılma vakti gelen Taksim Stadı’ydı.
Ekim 1939’da, daha önce kışlanın ahır bölümü olarak kullanılan, stadın açılmasının ardındansa gazino, garaj ve dükkanların bulunduğu alanın yıkımı başladı. Ana yapının yıkımı ise ertesi yıla bırakıldı. 1940 yılının nisan ayında kışlanın Taksim Bahçesi’ne ve Mete Caddesi’ne bakan duvarları, temmuz ayında ise meydana bakan cephesi yıkıldı. 29 Ekim 1940’ta burada düzenlenen Cumhuriyet Bayramı törenlerine ait fotoğraflarda, yapının bugünkü Cumhuriyet Caddesi’ne bakan cephesi ile iki köşesindeki kuleleri henüz ayakta görünüyordu. 30 Ağustos 1941 tarihinde düzenlenen Zafer Bayramı kutlamalarının fotoğraflarında ise artık kışladan geriye hiçbir şey kalmamıştı.
Cumhuriyet tarihinin ilk spor, gösteri, eğlence ve kültürleşme alanlarından biri olan Taksim Stadı, hem devlet kurumları hem de 20’li ve 30’lu yılların İstanbulluları için önemli anlamlar taşıdı. 40’lı yıllara gelindiğinde artık yerinde yeller esen bu anıtsal yapının alternatifi ise, birkaç sene sonra biraz daha aşağıda, Dolmabahçe’de yükselmeye başlayacaktı.
Birge Yıldırım, Arzu Erdem, “Taksim Meydanı’nın Cumhuriyet’in Kamusal Alanı Olarak İnşası”, Tasarım + Kuram, s. 19 (2015): 95-106.
Eser Tutel, “Taksim’de Kışladan Bozma Bir Top Sahası Vardı”, Bütün Dünya (2003): 63-68.
Mehmet Süme, Selami Özsoy, “Osmanlı’dan Günümüze Türkiye’de Bisiklet Sporu”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, s. 24 (2010): 345-360.
Süleyman Faruk Göncüoğlu, “İstanbul’un Tepesi; Bir Meydan’ın Hikâyesi ‘Taksim’”, Yeni Fikir, s. 13 (2014): 23-31.
Tuba Üzümkesici, Topçu Kışlası ve Yakın Çevresinin Tarihsel Dönüşümü (Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Üniversitesi Fen Bilimleri Enstitüsü, 2010).